31 Mart 2009 Salı

ÖMERİN GÜNCESİ ÜÇ


Ömer dededen kalma bastonunu alıp yüreğindeki kara kargaları kovalamaya çıktı bu sabah. İç cebinden çıkardığı çakısı ile bir sapan yaptı kendine. Yüreğinin patikasında misketleri ile oynamaya koyuldu. Bir kertenkeleye selam vedi dere kenarında abdest aldı öğle namazını kıldı bir çam serinliğinde. Bir kozalak düştü yüreğine sapanını bir serçeye kaptırdı dededen kalma değneğini bir ejderha yutuverdi.
Ömer yüreğinin patikasında evine doğru koşmaya başladı korkuyla. Evine döndüğünde mevsim değişmitii. Kargalar yüreğini tarumar etti gökten bir taş indi ömerin yüreğine, serçeye serzenişte bulundu teybe kaydettiği acılarını dinledi kendi sesinden.
Gel zaman git zaman ömer dedesinin yaşına geldi. Yamalı acılarını üzerine çekip önüne kattığı tecrübeleri ile göçe koyuldu. Bir matara,bir çift eldiven, bir somun ekmek, bir teyp, bir avuç misket ve bir çakı ile çıktı yola. İkiyüzlülüğün olmadığı kargaların konmadığı ejderhaların rüyaları bölmediği bir ülkeye yol aldı. geride bıraktığı tek mirası okunmuş kitaplarıydı. Ağaçlara asılı bıraktı hayatını. Yüreğinden en güzel çiçeği koparan bahçıvanın işine son vermesi için yaradana dilekçe yazdı. Hayat şimdi bir kara kışın ortasında diz boyu acılarla sürekli bir yenilgiyle yol buluyor ömerin hayatında.

18 Mart 2009 Çarşamba


KAOS
Ne kaldı ki kelimelere dökecek
Her şey alt üst işte
Tınısına kaptırmış yol alıyoruz
Nereye gittiğimizi bilip de
Umursamadan hem de.
Biteviye didinip duruyor beşeriyet
Unutuşla hayatı evirip çevirip
Aniden akla gelen
“Bugün yaratıcı için ne yaptın?”sorusuna
Dudak bükerek cevap veriyor yaratılan.
Hadi sen de bir şeyler söyle masum çocuk
Nereye gidiyor bu denli kalabalık ve
Bu denli mutsuz insanlık?

Değişim diye inleyen sözde ulular
Hangi değişiklikten bahsederler ki?
Sahnelerin loş ışığında kadeh kaldıranlar,
Yoksa diyalogdan bahseden Romalılar,
Uzak diyarlara giden simyacılar,
Ya da birilerine ithafen hikaye uyduranlar mı?
Kimler,neden ve nasıl değişmeyi umarlar ki?
Hadi bir şeyler söyle masum çocuk
Kendine kaçmanın sırası mı?
Daha vakit varken dudak bükme naçar.

devamı...

15 Mart 2009 Pazar


Ömerin güncesi ;

Ömer sessiz bir güne gürültüyle başlar. Haykırır içini dolduran isyanlarla. Bir tavaya iki yumurta kırar. Sonra oturup acılarını sardığı sigarasından dünyaları içine çeker. Ömer bugün havanın kapalı olmasına aldırmaz. Şemsiyesini alır çıkar kalabalıklar ortasına, bir simitçiden simit alır , güvercinlere bir anne gibi paylaştırır o tek simidi. Ömer bir dilenciye cebindeki son parasını verir, ondan arta kalan gülümsemeyle devam eder yoluna. Ömerin bu gün canı sıkkındır, havadan mıdır acaba? hiç sanmam! içinde depreşen bir şeyler vardır, kendisine anlatamadığı, sürekli dört nala kendisinden kaçırdığı bir şeyler. Ömer bir yetimin başını okşar, bir yaşlının koluna girer. Evine bir aşk götürür, yağmur çiseler gökyüzünden, ömer şemsiyesini bir gence verir. Yoldan geçenlere çarpmamak için yolun en kıyısından duvarlara sürtünürerek yürür nerdeyse bu sürtünmeden acıları alev alacaktır. Ömer bitap düşer oturur bir köşeye, mavi bir gökyüzü düşler. Aşkını çıkartır iç cebinden, çetelesini tutar yalnızlığın. Hesap yapar, kitap yapar bir türlü denk getiremez evdeki hesabı çarşıya. Ömer kalbinden çok uzaklaşmıştır bugün, evinden çok uzaklaşmıştır. Köşede bir sızı sarar ömeri yağmurla beraber gözyaşlarıyla ıslatmaya başlar kaldırımları. Düşünür, payına düşen yalnızlığın ağırlığını, omuzları çöker, oturduğu yerden kalkamaz olur. Vakit hayli ilerlemiştir bir ihtiyar yanaşır ömere, evlat der evlat! kalk kendine gel her şey bir sanrıdan ibaret, o kız bir sanrı, o arkadaş bir sanrı, o acıların bir sanrı, o yumurtaların bir sanrı, o yağmur bir sanrı, ömer kalk halk bir sanrı. Hadi ömer kendine gel böyle bir köşede yitip gitmemelisin, daha ödenecek faturaların var, daha okuyacak kitapların daha ağlayacak acıların var ömer. Daha unutman gereken biri var. Kalk ömer burada böyle eli kolu bağlı oturamazsın.

Ömer hadi kalk artık öğlen oldu.
Ömer uyanır yüzüne vuran güneşe gülümser.
Ve iç cebinden bir tutam tebessüm dökülür
Yüreğinde kocaman bir hiçle
Günaydın der sadece kendisine.

13 Mart 2009 Cuma


tarık tufan/film bitiyor, tükeniyorsunuz

Bir film izler gibi izliyorsunuz hayatı. Dışarıdan ve telaşsız. Olup biten hiçbir şey sizi etkilemeyecekmiş gibi. Bir film izler gibi olaylara bakıp, sonra hiçbir şey olmamış gibi çekip gideceksiniz dostlarınızın yanına. Akşamüstlerinde topladığınız evlerde, konuşacak konularınız olacak böylece mezelerin arasında. İkiyüzlü sohbetlerin arasında tüketilecek başkalarının ölümü.

Siz hep başkalarının ölümlerini konuşacaksınız. Bir gece yarısı asfalta düşmüş bir adamın hikayesini içeceksiniz birlikte. Bir otelin tuvaletinde kolunda şırınga ve bileklerine kan sızarken gazete fotoğraflarına düşmüş bir kızın hikayesi zenginleştirecek kokteyl sohbetlerimizi.

Acı hep başkalarının hayatına düşecek ve siz hep mutluluğu oynayacaksınız. Bir sabah çıkıp da bir daha gelmeyen çocuklar, başkalarının çocukları olacak. Sizin çocuklarınızın hangi barda sabahladığını nasılsa öğreneceksiniz. Kaybolan çocuğunu kalabalık bir caddenin ortasında, elinde taşıdığı resimle arayan anne asla dünyanıza giremeyecek. Sürüklenirken caddenin ortasında o kadınlar siz yine bir film karesini izlermişçesine bakacaksınız, sonra süslü vitrinlere kayacak bakışlarınız. Siz oğullarınızı hiçbir zaman elektrik direğine asılan fotokopi kağıtlarla aramayacaksınız.
devamı...

5 Mart 2009 Perşembe


Aysun için

Satranç dersleri ;

Önce beyazlar başlar oyuna siyahlar hep ikinci plandadır. Piyonlar kadar değersiz bulursun hayatını. Onlar yenilmek için vardır. Şahlarını korumak için savaşırlar. Kendilerine yaşama hakkı veren şahları içindir her şey. İşte bizde bir satranç tahtası üzerinde sürekli savaşırız hayatla, sevdiklerimizi koruyabilmek adına. Onların kılına zarar gelmesin yeter ki, yenik düşmek umurumuzda bile olmaz yeter ki onlar yaşasın. Yeni bir devlet kursunlar kendilerine. Eğer bu oyunda yenilirsek misketlerimizi kaybedercesine hınçlanırız. Oturup ağlamak için kocaman bir bahanemiz olur. Asla değildir yolun sonunda şah olma isteğimiz, biz sıradan basit birer bireyizdir. Yenileceğimizi bile bile atılırız meydana onlar için onlar. Sonra anlarız ki şahımız, hayatımız, yaşama anlamımız bizi bir yeniçeri yapmış yalnızca ölmek için var olan birer yeniçeri. O yüzden hep yenilmişizdir asla almazlar bizi yanlarına sevdiklerini söylerler fakat kendilerini bizden çok severler. onların sevgisi de yalandan ibarettir ama biz bilerek her şeyi fedakarlığımıza toz kondurmadan savaşırız hayatla. Yenik düştüğümüzde geride kalanları merak ederek, hiç merak edilmeden saf dışı ediliriz. Her şeye yeniden başlamak için gücümüz yoktur. Bir kere yara aldığımızda bir daha toparlanmaya yeltenmeyiz gücümüz olmaz bir köşeye siner çaresizliğimizi seyre dalarız. Üzerimize gök taşları düşer aldırmayız. Aklımız hep geride kalanlardadır ya yenilirsek ya yok olup gidersek ya içimizde ki bu sevgide biterse. Yeryüzünde başka insan yokmuşçasına adanmışlıkla sahip çıkarız geride kalanlara. Sonra senin gibi onlarca piyon senin onu sevdiğin kadar bizde seviyoruz dediklerini duyarsın, bir bakarsın ki onlarda senin yanına düşerler tek tek. Sonunda hepimiz aynı torbanın içinde bir sonra ki oyunda rolümüzü oynamak için yerlerimizi alırız. oyun biter hayata kaybetmişizdir. Hayatı kaybetmişizdir. Şahımızı, hayata anlam katanımızı kaybetmişizdir.

Ve sonunda
Hayat bize seslenir usulca
Şah
Ve mat…

1 Mart 2009 Pazar

AYRILIK YAZITLARI/MUSTAFA KÖZ


I.
Neden sonra

Söyleyin ona bir daha geçmesin kapımdan
düşünmesin örtük mü pencerem, sıkı mı perdem
kurumuş mu sümbül soğanı, boşluk ve fesleğen.

Kırıldı yumurta, uçtu balkondaki güvercin.

II.

İki yastıkta

Birlikte kocayalım, diyordun
birlikte buruşsun ellerimiz ayağımız
bir mezarda dolansın kemiklerimiz
bal kabına düşmüş arılar gibiydik
seni inciten diken, incitirdi beni de
sen benim kuşumsun, diyordun
sarıasmam, bir kuşum, fluryam
iki ömre bir yastık yeter, diyordun
şimdiyse yastık basıyor hallaçlar
kuştüyünden, senin ve benim için.