23 Ekim 2009 Cuma

mfa/ AŞK ŞİİRLERİ- HASRET






I.
Harama bulandı gözlerim
Yoktu ruhum
İrin tutsadı kanımdan
Yoktu ruhum
Siyaha çaldı nur tenim
Yoktu ruhum…

II.
Fırtınadaki süveydanın gözleri
Karamsarlığa uzanan el
Bir avucun içinde kalbin çarpışı
Hasretin kıvılcımından
Yağmurun düşüşünden sonra özlüyorum

İnce bir sızı gece
Dumana boğulan hayal
Işığın gölgesinde resim
Sevginin gerçeğinden
Mehtabın yansımasından sonra özlüyorum

Duyulmuyor geçmişin çığlığı
Anlık bir hayata razı
Tendeki dudakların sıcaklığı
Her kapıdan girişinden
İlk bakışından sonra özlüyorum

Aşk makamında yaşam
Deniz kabuğuna gizli koku
Sol yanımda
O ürperen gözler
Geceden sonra özlüyorum

Nedenlerin içi karanlık kuyu
Konuşmadan yaşanan aşk
Kokuna yaslı bedenim
Gitme demenden
Her dokunuşundan sonra özlüyorum

Mağrur nefse galip
Utangaç hal
Yere inen bakış
İlk parmak aralığından
Son busenden sonra özlüyorum

Fena tuttu yüreğimi
Darmadağın evimin her köşesi
Hayatımın beklenti sabahı
Kocaman aşkıma kapımda sarmaşık büyüyor
Kırmızı gülden
Her nefesimden sonra özlüyorum

Aşkın hecesizliği koynumda
Senin olmadığın gecelere
Her dem yutkunuşum ismine
Hasretin ardından
Yağmurun düşüşünden sonra özlüyorum seni

MUHAMMED f. aydın
Ağustos 09

19 Ekim 2009 Pazartesi

mfa / AŞK ŞİİRLERİ- NEFRET


Tanımsızlığa bulaşan hikâyem bu
Cübbemin nakşına aldanıp
Dünyaya meyledişimin cezası
Arayışta iken boşluğa düşüşümün resmi

Ulu bir hatanın eşiğinde
Bir de
Nefretin doruğunda
Yalancı bir çift gözün esiriyim

Güzel ile çirkinin hayatına benzedi
Karıştı kıyafetler
Rolleri değişti yaşamım.
Asıllar yok oldu
Kandı saflığı arayan alıksız aklım
En dibinde yaşamın
Zirvesinde nefretin soluğum.

Çizgilerimin en derin hali yok oldu
Dinlenmede ruhum şimdilerde
Belki de
Acıların itirafına boyun eğip
Yalın bir yalanın kabuğunda
Kaderimde saklıyorum sırrımı.

13 Ekim 09
Mfa

16 Ekim 2009 Cuma

Demedim mi?






Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?

Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?

Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,
onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?

Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
senin duru denizin ben'im demedim mi?

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,
senin kolun kanadın ben'im demedim mi?

Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin ben'im,
sıcaklığın ben'im demedim mi?

Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?

Söyle, bunları sana hep demedim mi?

Mevlana Celaleddin Rumi

13 Ekim 2009 Salı

mfa/ BUHRAN


Bilmiyorum diye başladım hep hayata. Ne gariptir ki; bilmediğimi dile getirdikçe bilme eylemi ortaya çıktı. Yedi bahara rağmen kışı sevdim hep. Saklanmayı gizlenmeyi arzuladıkça bahara itti bembeyaz kar taneleri. Her taneyi beyaz bir melek taşırmış Rahmani edeple. Ne hoş yaşamayı Rahmani tarzda anlamak. Tutuklu kaldım kelimelerde; her şeye her hayata anlam katmak istedim. Çözümsüz insanları tanımak ve onlarla diyalog kurmaktı anlayışım. Anlayışsız bir toplumda yaşayıp; anlamayı anlama çabaları içinde olmak, bir tezat da olsa yapılmalıydı bu eylem. Karar verme düşü ne garip insanda! Bir yanar bir söner misali… İçimizdeki fırtınadan olsa gerek. Dinginlik yok ve inanç doyumu haliyle yok. Tanınmazlara itimat verilmiyor. Riskten mi korkuluyor nedir? Ahlak ilkelerinin askıya alındığı bir dönemde neden bilinenlere itimat edeyim ki? Korku dolu her yer, her beden, her bakış ve her düşünce. Ne hazin! Burhanlar dururken buhara aman etmek. Dediği gibi şairin hani; yoksa güzel insanlar güzel atlara binip de mi gittiler ?!
Ah şu takıntılar ve ya takıntılı dolu insanlar! Neden rahat yaşayamıyoruz ki! Bizler, özgürlüğü; sınırları zorlayıp yıkmak sanıyoruz. Heyhat! Kurallar içinde özgürce yaşamak varken nedir bu hezeyan?
Kaldırımları dahi eleştiren bizler! Çiçekten bihaber olup da çiçek gibi olmaya kalkan bizler! Adaletten dem vurup adil olamayan kimler?
Geçmişi ve bugünü anlamayıp nasıl olur da geleceğin peşine düşeriz.? Derler ki ; “Oğul! Adımlarına dikkat et. Geçmişini unutma, geleceğini hesaba katmadan bugünü yaşama. Ve dengeler dünyasında yaşadığını asla unutma.”
Unutmaya ayarlanmış bir toplumda unutmamak…
Rabbim bizleri unutmak ile imtihan etme.!
MFA/ NİSAN 2009

9 Ekim 2009 Cuma

mfa/ BİTİM SARNICI









Darağacında lambanın gölgesi
Ulur köpekler ezan sesine
Kaybolur boşlukta çocuklar
Kalbimin sesi kitap yapraklarında
Gerçek kepenklerin ucunda

Titrer dalga dalga bulutlar heyulada
Sis çantası yol ayrımındaki işareti
Kızıl saçlarında saklı esrarı tılsımın
Ötelerden haber gelmezken kalbime
Bir çocuğun avuçlarında buldum huzuru…

Surlar ülkesinde gezindim de durdum
Bir burçta saklıymış ilhamın kaynağı
Tutsak kaldığımda bir zindanda
Anladım ki
Ay vakti burada bitmezmiş

Şimdi tan vaktidir alacakaranlığa gebe hayat
Nur yüzlü bir atanın çehresinde parmaklar
Mostar köprüsünün orta yıkımında
Ağlar bir ceylan yavrusunun ardından
Bir daha akar mı Fırat çağlar mı Dicle…

Kocaman çığın altında yıkılmadan seslen bana bilge şair
Bir şehir düşünmüyorum andan uzak
Ağıtlar yükselirken semaya dindirmeli hüznü
Bilge şair! doru atını sürmeden sarnıçlara
Toy nefsimi bitiminden önce arındır…

MUHAMMED f. aydın / 31 Temmuz 09

2 Ekim 2009 Cuma

mfa/ cenazem

Yaşamı ve ölümü yaratan Rabbimin adı ile…

Bir an öldüğümü düşünmeliydim
Yaşamım da ölümüm de anlam dolu olmalıydı
Kendi cenazemi hayal etmeliydim
Yaşarken ölmek olmalıydı amacım

Tüm insanlığa çağrı yapılıyordu “Ebediyete giden biri var” diye. Musalla taşında iki metrelik bir tahtanın içinde. Sesler var uğultuya dönen. Sesler var uğultuya…Tam orta noktasında; insanların ibretlik bakışları arasında ötelere yolculuğun başlıyor. İsmin söylenmiyor böyle durumlarda; sıfatlar zikrediliyor baş uğurlayıcının dudaklarında. Omuzlarda taşınıyorsun; büyük güne dek zifiri karanlığına ya da cennet aydınlığına gidiyorsun. Ayak sesleri var ve dudaklarda fatihalar…
Kabre konulmak üzere kazılmış mezarın yanında tabutun içindeyim. Her yer kapkaranlık. Sesler var dışardan gelen. Ayrılanları ebediyete uğurlamak için dillerden dökülenler var kulağıma gelen. Eller hissediyorum adını mutluluk koyduğum bembeyaz… Eller hissediyorum; adını mutluluk koyduğum bembeyaz kefenimde. Kefenimde gölgeler görüyorum; mutluluğumu alıp ötelere götürecek olan gölgeler. “Ben asıl olanım gölge değilim” Diye bağırıyorum; fakat duymuyorlar. Yumrukluyorum kefenimi, görmüyorlar. Nefesimi ötelere üflüyorum, hissetmiyorlar. Çıkar yolu yok artık ebediyete gidiyorum. Çıkar yol yok artık…
Hesabın ağırlığı çöküyor üzerime. Kalbimde bir acı hissediyorum; kaldıramadığı yüklerin acısı…
Kare kare ömrüm gözlerimin önünde. Bedenimde bir üşüme. Yaptıklarım,yapmayı göze aldıklarım ve her şey an be an göz bebeklerimde. Ne hazin… *Zarif adamın deyişiyle; “ Seçkin bir insan değilim. İsmimin baş harfleri acz tutuyor. Bağışlamanı dilerim.”
Sonra konuşmalar takılıyor kulağıma kefenime toprak atılırken… Görüp de birazcık tanıyanlar : “ Daha gencecik delikanlıydı, uzun ömürler dilerdik onda; fakat baharı kısaymış” diyorlar.
Ölümün yaşı mı olurmuş diyorum. Ha bugün ha yarın… Ebediyet beklemez ki seni…
Yakınlarım, dostlarım ve tüm sevdiklerim ise: “Sevgiliydi ve bu kadar erken gitmemeliydi.” Diyerek gözyaşlarını saklamaya çalışıyorlar.
Tüm mesele buydu işte ;“Sevgiliydi ve bu kadar erken gitmemeliydi.”
Yakalamıştım anlam ötesini ; yaşarken de ölüyken de…

Temmuz 2008
MFA

* A.Cahit Zarifoğlu