29 Aralık 2008 Pazartesi

ÖMER YUSUF CAN / GAZZE


Gözlerim gazzeye ağladı,
gece yarılarına kadar…
Kimliğini kitlesel silahlara bürüdü…
Kan olsun istemeyerek
Eteklerini bir arşın kaldırdı
Füzelere resim yaptı,
tanklara taş çarptı
Görebilesiniz diye tüm bu olanları:
ajanslar
Sabahladı savaşın gölgesinde.
Gözlerini her açtığında kan görmekten
kan çanağı gözleri.
Müslüman uçup uçup uzaklara,
çakıldı gökyüzüne/
Yıldızlara takıldı/
borsalara tapındı,göz duyarsız kaldı/
devamı...

28 Aralık 2008 Pazar

ÖMER YUSUF CAN/ GAZZE


Gece yarısına yakındır zaman, asra yemin eden Allahıma hamdolsun, hüsran devam ediyor!hamdım hüsrandan ötürü değil bilesiniz.işte İsrail oturup burada saatlerce yazarım fakat neye yarar. Bu düşünceme de az önce Messenger arkadaşlarımdan birinde ki şu yazıdan sonra kanaat getirdim. gazze boyumuzu aşıyor diyeti boynumuzun, gazze için az laf , çok gözyaşı, bol dua…gerisi angarya anlayana.

27 Aralık 2008 Cumartesi

ÖMER YUSUF CAN / MERAKLI MELAHAT


Merak ettim , merak üzerine bir yazı yazabilirmiyim diye. merakımı gidermek için oturdum bilgisayarımın başına. parmaklarım klavyenin üzerinde gezinmeye başladı. okul yıllarımda yurtta bir belletmenimiz vardı, marmara ilahiyat okuyor. onu fevzi paşa caddesinde gördüğümde, kulağına taktığı kulaklıkta ne dinlediğini çok merak ederdim. kendisi spor giyinen hatta günümüzde hiphop denilen bir tarzı vardı. acaba rap mı dinliyordu, yoksa ilahi ezgi falan mı? ikinci seçeneğe fazla rağbet ettiğim söylenemez ilahiyat okuyor ya hani ne bileyim işte. merakımın başlangıcını merak ettiğinizi düşünmüyorum, fakat ben yine de yazacağım. dünyaya nasıl geldiğini merak edenlerden değilim. hayret oysa her çocuk merakını gidermek için sorduğunda, leyleklere havale edilirdi çocukluğumda. ben bir yağmur damlasının nasıl birbirine değmeden yeryüzüne indiğini merak etmişimdir hep, bu yaşıma geldim (hangi yaşına?) hala merak içerisindeyim.


25 Aralık 2008 Perşembe

AÇELYA/ SERZENİŞ





Sen dilemedikçe hiçbir şey olmuyor.
Sen’in yüce isimlerinle…


Teslimiyetimiz olmalı…
Öyle bir tutkunluk ki; şeybenin tutkunluğu gibi.
Anlayışımız olmalı…
Sen sözlerini söyleyince;bize söyler gibi söylemeni anlamalıyız.
Sadakatimiz olmalı…
Öyle olmalı ki; bağlılığımız elini uzattığında buna kayıtsız kalmamalıyız.
Ahde vefamız olmalı…
Sen “tut” dediğinde emrini yerine getirmeli, Sen “yapma” dediğinde yine emrini yerine getirmeliyiz.
Sırrımız olmalı…
Sana gitmemek için geldiğimizde geri dönmemeliyiz. Ve
Sevgimiz olmalı…
Sen’i öyle sevmeliyiz ki ; sevgimizden asla vazgeçmemeliyiz.

Yine hüsran yine hezeyan
Temmuz 2007
Açelya

21 Aralık 2008 Pazar

MUHAMMED SADIK ÖKSÜZ/KAFASI KARIŞIK ADAM



Hayaller gerçek olabilir mi? Bir var bir yoklar…
Yaşananlar gerçek olabilir mi? Bir var bir yoklar…
İnsan gerçek olabilir mi? Bir var bir yok…
Ya düşünceler? Öldükten sonra ya da komadayken düşünebilir mi insan?
Düşünceler de gelip geçici mi yoksa?!
Duygular..Aşk, Sevgi, Nefret, Gurur..hiç biri yok mu yani aslında..

Bir görünüveriyorlar bir kayboluyorlar….....ya da biz bazen gördüğümüzü sanıyoruz?!

Ya ölüm? İşte tek gerçek mi diyoruz? Peki, sürekli ölebilir mi insan?
Bir var bir yok mu yoksa ölüm de?
Ölüm denen şey de nedir ki? Biz onu fani aklımızla, düşüncelerimizle bilebilir miyiz?
Nerede gerçek? Nerede yalan? Yolculuk nereye? Nereye gidiyor insan hızlı hızlı yavaş yavaş?
devamı...

20 Aralık 2008 Cumartesi

MFA/ YAĞMURA İTHAFEN



Her şeyi bilen SEN
Sen’in ALİM isminle başlarken…

Yağmur… Rahmet damlacıkları…
Diz çöksem insanlardan uzak huzuruna
Günahlarımdan arınmak için ağlasam
Rahmet damlacıklarına ek huzurunda
Haykırsam Ya Rabbi! Diye şimşeklerin sesinin rahatlığında
Açsam ellerimi “Affet beni” desem huzurunda
Temizlenmeye geldim desem Yağmurunun ıslaklığında
“Engelleri al” Sana geleyim desem huzurunda
Kaldırmasam secdeden başımı Sen’in billur yağmurlarında
Yağmurun şiddetlense ben hala vazgeçmesem huzurundan
Sevgi tufanından bana da bir katre vermez misin gitmemek üzere
Nasip etmez misin sevgi seline kapılmaya
Huzuruna günahlarımdan temizlenmeye gelsem
Hz. Adem gibi bir daha yapmayacağım desem…
Beni affeder misin?

İltifatlara göz kırpmak için
31 temmuz 2007
MFA

19 Aralık 2008 Cuma

MFA/BİR KİTABIN ARDINDAN




Geçenlerde bir kitap okudum, “Adım Adım İstanbul” diye. Bir paragrafında diyordu ki;”yazara zorluk vermeyen yazı okuyana zevk vermez.”
Ne kadar doğru olduğunu Dücane Cündioğlu nun kitabı Göz İzi ni okuduktan sonra bir kez daha anladım.
Göz izi…Tasavvufun ya da hayatı anlamanın ön sözlerini o kadar derin o kadar içten ve o kadar yalın anlatmış ki; elinde kalemsiz yüreğinde sevgisiz sanmam ki okunsun bu kitap…
Yüzeysel bir yaşamın insan için bir anlam ifade etmediğini ve hiçbir zaman da insana bir kazanım sunmayacağını belirten yazar; düşünmenin,istemenin,
gerçek anlamda şaşakalmanın ve hakiki sorular sormanın zamanının geldiğini ve hatta çoktan gelip geçtiğini üzüntüyle ve sitemle anlatıyor.
Kitabın şöyle bir geneline baktığımızda gördüğümüz tablo şudur:
Bir insan resmi çizelim ki o resimde neler olsun?
Bir hayat tablosu ortaya koyalım ki bu tabloya neler yerleştirelim?
Anlayışın,anlamanın,hayata bakış tarzının ve sanat olarak bizlerin Sanatçısını anlaması ve bilmesi gerektiğini az söz ile çok güzel bir üslup ile önümüze sermiş dücane bey.
Kelimeler bazı konularda yetersiz kalır ve iş kelimelerin anlatabileceği son aşamayı dahi kullanmaya gelir.İşte Göz izi ve işte kelimelerin son hali…



Kitaptan notlar :
… çünkü bilmeli ki dalmadıkça düşünür, şaşakalmadıkça sanatçı olunmaz. Siyaset ve ticaretin tam da aksine, düşüncenin sermayesi dalgınlık, sanatın sermayesi şaşkınlıktır. ( sayfa 12 paragraf 3)

Düşünme, unutmamalı ki şaşkınlık evresinden sonra başlar, ardından merakla, dikkatle, dikkat kesilmekle yola devam eder. Düşünme bir kez başladı mı, şaşkınlık geride kalmış demektir. Bu durumda düşünür ne eyleyebilir, ne de düşleyebilir; sadece düşünür. (sayfa 21 paragraf 1)

Modern hayat insanı hakikat umanından hayretlere gark olmaktan alıkoyuyor. (sayfa 40 paragraf 1)

Gerçekte düşünmek için sözcüklere ihtiyaç duymayız; insan kavramlarla düşünür; düşüncelerini sözcüklerle ifade eder. Bu bir zorunluluk değil, ama inanız, bir gereklilik. (sayfa 57 paragraf son)

O halde ay talip , yüzünde göz izi kalmasından (utanmaktan) utanma, başkalarının yüzünde iz bırakmaktan (utanmamaktan) utan! (sayfa 67 paragraf son)

“istemek … bir şeyin olmasını istemek … gerçekten istemek nedir o halde?” diye sordu genç.
Ve sualinin cevabı hemen geldi :
İstemek olmayı istediğin , olmasını istediğin şey için ölmeyi göze almak, ölecek kadar istemek, hatta olmak için, olması için ölmek demek!

İstemek … bir şeyin olmasını istemek… onu dilemek… onu arzulamak… tutkuyla… hırsla…ihtirasla onun olması için yanıp tutuşmak… (sayfa 72)

Sohbet, kendini tanımayı gaye edinenlerin varolma sebebidir. Sohbet, varlığı düşünürken varlık içinde olduğunu hatırlamak için bir vesiledir. Sohbet kalıbın değil , kalbin ihtiyacıdır. (sayfa 81 paragraf 2)

Ey talip, yakındaki yakınlığı (bütünü) nasıl elde edebileceğini soruyorsun.
Söyleyeyim :
Değil “ yakındaki yakınlığı” , bilakis “uzaktaki yakınlığı” hatta “yakındaki uzaklığı” dahi talep etmekten vazgeç de utanç içinde uzaktaki uzaklığa doğru koş!
Aksi takdirde sevinç içinde helak olursun. (sayfa 110 son)

8 haziran 2008
mfa

5 Aralık 2008 Cuma

ÖMER YUSUF CAN/SEYRELTİYORUM



Susuşlarımdır ezber bozan
Bak ufku alıp gitti martılar
Hengamesinde ezildi ayaklarım
Ahhh bırakayımda nasıl bırakayım

Yaşamak eş değer/miş acılarla
Koynunda yılan besleyen bir tarihim şimdi
Gözlerinden bilmem kaç kere vuruldu turnalar
Gök neden siyah nerede o sevdiğim martılar

Siyahına aklar düşmüş saçlarımın
Yinede sabah kalkar toplarım yorganımı
Kalkar bir yumurta koyarım sahana
Yinede acı düşmüş payıma
bundan kime ne

Gayet şık taradım saçlarımı
Gayet güler yüzlü oldum bayramda
Kim demiş İstanbul uzak uzak gözlerin
Kim demiş bu acılar bir gün uçacak

Seyrelttim gülüşlerimi
Sık sık aynaya baktım
Sana baktım siyah beyaz bir fotoğrafta
Gözlerin dalmış uzaklara
Biliyorum benim için
Biliyorum dinmeyecek acılarıma düşen beyazlıklar

Sık gülüşlerimi seyreltiyorum şimdi
Bana kaldı yalnızlığın çetelesini tutmak
Kaldı bu yaşanmışlık suçu
İp atladığım halatı boynumda buldum
Bir sabah
O sabah anladım martılar dönmeyecek

3 Aralık 2008 Çarşamba

MFA/ELİF'E



Elif ‘e,

Gözyaşları ile karşıladım seni kız kulesinde;bekledim hiç bıkmadan,usanmadan…
Bekledim seni,ay ışığı resmini denize vurduğu ana kadar…
Elifimdin sen,biliyordum;her şeyin içinde olan ve benim özlediğim.
Seninle mutlu olamayacağımı söylediler!Yalan,hem de büsbütün yalan…
Bilmiyorlar ki seni,tanımıyorlar ki,hissedemiyorlar ki seni ve görmüyorlar ki.
Bir bilseler seni,nasıl sevdiğimi bir bilseler,sana nasıl tutulduğumu bir görseler;demezlerdi öyle şeyler…
Her şeyin içinde olan ve anlamı olan her şeyin; elifim…
Bilmiyorlar seni ve hiçbir zaman da bilmeyecekler.

Sen benim ilkim;sona erdiremeyeceğim.
Sen benim anlamım;hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim.
Sen benim ahirim;hayatımı kuşatan.
Sen benim elifim;sevincim,göz yaşlarım, hüznüm ve huzurum.

22 şubat 2008
MFA

1 Aralık 2008 Pazartesi

MFA/BİR KİTABIN ARDINDAN


Bir kitap…kurgusu ile, dil yapısı ile, bölümlendirmesi ile ve her türlü ilişkilendirmesi ile mesnevi ödülüne hakkıyla layık bir kitap…
Pinhan… çift başlı,çift yaratılışlı ve hikayesini arayan bir derviş…
Olaylara farklı tarzda bakan elif şafak;bana göre her insan hikayesini aramalı ve bilinçli şekilde çılgın olmalı diyor.
İnsanların psikolojilerini çok iyi görüp yazıya aktaran bayan şafak,çocuğundan en yaşlısına insanların gözlerinin içine dahi girmeyi başarmış.Karmaşık bir hikaye gibi; fakat olayı en güzel yerinde bağlayan ve sonuca götüren yazar, nefeslerin tutulduğu ana kadar muhteşem bir dirayet ile kitabı sürüklemekte.
Dergah,tekke vs. gibi oluşumların hoşgörü içerisinde olduğunu ve insanların kafasına sokulan olumsuz imajı yok edip yerine pinhanın tebessümlerini bırakıyor.
Türk medeniyeti içerisinde kullanılan birçok kelime de olsa;benim için bu kelimelerden daha çok yazarın vermek istediği mesajdır önemli olan.
Ben mesajımı aldım;hikayemi arayacağım ama aptal bir şekilde değil,akılsız bir cesaret ile değil bilakis en güzel akıl ve en akıllı cesaret ile arayacağım inşallah.
Son olarak demek isterim ki;kitap öyle, şimdi otuz sayfa yarın otuz beş sayfa okurum cinsinden değil kesinlikle.
Ya bir hamlede yani bir solukta…ya da bir günde iki solukta…
Pinhan… hikayesini arayan bir hünsa…

8 haziran 2008 mfa